16 Nisan 2020 Perşembe
Koronavirüs krizi ile ailece evlere kapanmış durumdayız. Bu krizden önce sosyalleşme adına çocuklarımızın sorumluluklarını bir şekilde başkalarına devretmiş durumdaydık. Çocuklarımız yaş gruplarına göre anaokulu, ilköğretim, yükseköğrenim kurumlarında, gene yaş grupları ve ilgi alanlarına göre oyun alanları, cafeler vb. yerlerde vakitlerini geçiriyorlardı. En tehlikelisi de teknolojinin gelişimine kontrolsüz bir şekilde ayak uyduran çocuklarımızı odalarında bilgisayarlar, telefonlar ile başbaşa bırakıyorduk. Çocuklarımızın sorunları nedir, okulda yaşadıkları sorunlar nelerdir, bağımlılıkları nelerdir düşünmüyorduk, eğitim ve okul hayatı ile ilgili bir sorunumuz yoktu, aile ve toplum hayatı ile ilgili öne çıkan sorunlardan habersizdik. Sadece maddi olarak ihtiyaçlarını karşılayıp sorumlu gibi davranıp,
sorumsuzluk örneği gösteriyorduk.
Çocuklarımızın sorunlarını ele alacak olursak, yapılan istatistiklere göre %15 ile ailelerin ilgisizliği ilk sırayı almaktadır. İkinci sırayı %10 ile aile içi sorunlar ve iletişimsizlik, eğitim eksikliği ve sistem sorunu (okul-aile ) almıştır. Ailelerin sevgisizliği %7 ile üçüncü sırayı alırken, çocuklardaki kimlik arayışı hedefsizlik, bilinç yoksunluğu %5 ile dördüncü sıradadır. Daha sonra sırası ile bağımlılık (madde- teknoloji), maddi sıkıntılar, olumsuz arkadaş (okul-sosyal çevre), değerli hissetmeme (anlaşılmama), çocuğa yönelik şiddet, öğretmen ilgisizliği, oyun alanı (sosyal aktiviteler), çocuğa yönelik istismar,
doyumsuzluk, rehberlik eksikliği (okul-aile), iletişim kuramama(sosyalleşme) ve diğerleri (eğitimdeki eksiklikler gibi) gelmektedir.
Çocukların okulda yaşadıkları sorunlar ele alındığında yapılan istatistikler ise şöyle sıralanabilir; okulların cazibe merkezi olmaması %21 ile ilk sırayı alırken, ikinci sırayı %16 ile aile okul iletişimi, üçüncü sırayı %14 ile yetersiz öğretmenler devamında %11 ile aile eğitimi, %8 ile eğitim sistemi, %7 ile okul
güvenliği, %7 ile sosyal aktivite eksikliği, danışmanlık rehberlik hizmeti, kitap sevgisi, fazla dersler ve sosyolog hizmeti gelmektedir.
Bu açıklamalardan sonra bugün çocuklarımızın bağımlılık konusunda yaşadıkları sorunları ele almak istiyorum. Bağımlılıklar yapılan istatistiklere göre % 37 ile bilgisayar/internet/sosyal medya, % 33 ile
uyuşturucu madde, % 14 ile sigara, % 6 ile Televizyon, % 5 ile tüketim, %5 alkol, % 1 kumar şeklinde açıklanmıştır.
“TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI HEM GENÇLERİ KAPSAMLI BİR ŞEKİLDE ETKİSİ ALTINA ALMIŞ, HEMDE
SUÇA KARIŞMAYI VE MADDE BAĞIMLILIĞINA BULAŞMAYI KOLAYLAŞTIRMIŞTIR”.
Sonuç olarak ebevenler evlerde karantina altında bulunduğumuz bu zamanlarda, verdiğimiz bilgiler kapsamında konunun ehemmiyetine binaen soruna odaklanıp çözüm için gerekli araştırma, gayret ve sorumluluk içinde olmalıdır…
Ercan AKPINAR
Dünya Çocuk ve Gençlik Derneği Genel Başkanı
İnsanların din olgusunu ya da dini prensipleri algılarken külli bir bakış açısı yerine ,parçaçı bir bakışla, hareket ettikleri gözlenmeye başlanmıştır. Sosyolog Peter Berger’ın ifade şekli ile “Artık hayatın her alanında olduğu gibi ,din alanında da bir pazar ortamı söz konusudur. Fikirler, görüşler, kanaatler, fetvalar tıpkı serbest piyasa ekeonomisinin metaları gibi ortaya konulmakta ve insanlar tıpkı lego yapar gibi farklı parçaları birleştirerek istedikleri kurguyu oluşturmakta ve kendilerine istedikleri yolu çizmektedirler.”
Dinsiz bir toplum yaratma modeli denendi, ancak dinsiz toplum olamayacağını gördüler. Biraz Yahudilik, biraz Hristiyanlık, biraz Müslümanlık biraz paganizm ,alın size Lego din, yada bir zamanlar bize empoze
edilmeye çalışılan hali ile, dinler arası diyalog (Salgın nedeni ile bahsettiğimiz dinlere ait duaların aynı anda yapılması gibi). Günümüzde sadece Hristiyanlık dünyasında 43 bin cemaat, İslam dünyasında 80 bin cemaat olduğu öngörülüyor. Dinsizlik propagandası ile insanlar dinden koparılamıyorsa, ayrışmalar
körüklenip sonrada insanlara “istediğinizi seçip uygulamak sizin en doğal hakkınız, seçim SİZİN olgusu aşılanıyor. İçinde bulunduğumuz dönem 2000 yılından itibaren “Z” kuşağı olarak kabul edilmektedir. Bu nesil kısaca kural konmasından hoşlanmayan, otorite sevmeyen ve istedikleri olana kadar direnmekten vazgeçmeyen bir nesil olarak tanımlanıyor, dolayısı ile istediğinizi seçip uygulamak en doğal hakkınız olgusunu kabul etmeleri çok kolay.
Sonuç olarak günümüzde yaşanılan salgının etkileri ile birlikte gördük ki; zaten var olan sanal para gerçeği, dolaşımda para kullanılmamalı düşüncesi pekiştirilerek, insanların hürriyetleri kısıtlanacak,
SENTETIK INSAN GENOM PROJESI için yapılan çalışmalar ve robotlaşmanın her geçen gün artması sonucu, insanların kontrol edilebilir mekanizmalar ile ( telefonlar, çipler, bilezikler) istek ve arzular programlanacak, devamında bu salgın ve gelecekte öngörülen salgınlar sebebiyle yaşanılacak sosyal
izolasyonlar ile ,insani paylaşımlar kısıtlanarak kontrol altına alınacak. Tüm bunlar bir araya getirildiğinde sanal para, sentetik insan ve Lego din projesi için çalışıldığını ,düşünmek ütopik olmaz sanırım.
Ercan AKPINAR
ÇOCUKLARIMIZ…..(1 Bölüm )
2’nci Dünya Savaşı sonrası 45 milyon insan ölmüş şehirler yanmış yıkılmış ekonomik, sosyal, kültürel
hiçbir zenginlik kalmamış, özellikle çocuklar her türlü istismara açık korumasız kalmışlardı. 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarını görüşmek üzere toplanmış ve konunun temellerini atmışlardır müteakiben 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından Çocuk Hakları Bildirgesi kabul edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti 1994 tarihinde 3 maddeye şerh koyarak bildirgeyi imzalamıştır. (17, 29 ve 30’uncu madde hükümlerini 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak
yorumlama hakkını saklı tutmaktadır) Bu bildiri ile üye Devletler tarafından 0-18 yaş arası çocuk olarak kabul edilmiş ve hakları düzenlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti nüfusu 2019 yılı verilerine göre 83 milyon olarak bildirilmiştir. Bu nüfusun
yaklaşık %33’ü 0-18 yaş aralığında çocuklardan meydana gelmektedir. Türkiye dünyanın en büyük çocuk nüfusuna sahip 20 ülkesinden biridir. Çocuk nüfus sayısına göre Meksika ve Kolombiyadan sonra üçüncü sıradadır. Türkiye’de genç nüfusun toplam nüfus içindeki payının yüksek olması bir avantaj sağlarken bu gençlerin niteliğini de önemli kılmaktadır. Bunun için OECD tarafından yayımlanan rapora göre nüfustaki üretime katılmayan, okulda eğitim görmeyen ve yetiştirilmemiş kişilerin oranları oldukça
yüksektir. Türkiye’de 15-29 yaş arası genç nüfusun %29,8’i ne üretime katılıyor, ne okulda eğitim görüyor nede bir uzmanlıkta yetiştiriliyor. Bu oranla Türkiye OECD ülkeleri arasında %29,8 ile birinci sırada yer
alıyor. Bu oranın yüksek olması nüfus üretkenliğinin düşük olmasını getirmekte ve Türkiye Cumhuriyetine büyük maliyet yüklemektedir. Gençlerimizin eğitim ve öğretimdeki durumları ülkemiz açısından büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde çocukların eğitim ve öğretim haklarına ulaşamamasının en büyük sebeplerinden birisi de “Çocuk İşçiler”dir. TÜİK 2012 rakamlarına göre yaklaşık bir milyon çocuk işçinin
büyük çoğunluğu ağır ve tehlikeli işlerde çalışmaktadır. Yaklaşık dörtyüzbin çocuk mevsimlik gezici tarımda çalışmaktadır. Aylarca evlerinden ve okullarından uzakta bir yaşam sürmektedirler.
Henüz okul çağında iken çalışmaya başladıklarından EĞİTİMDEN kopan bu çocuklar, ailelerinden miras kalan “YOKSULLUK” döngüsünün içinden çıkamamışlardır. Çocuk işçiliği çocukların FİZİKSEL ve PSİKOLOJİK gelişimine zarar verdiği gibi onları en temel hakları olan YAŞAMA, SAĞLIKLI GELİŞİM, BESLENME, İHMAL ve İSTİSMARA KARŞI KORUNMA, BARINMA ve EĞİTİM haklarından yoksun
bırakmaktadır…
Ercan AKPINAR
Dünya Çocuk ve Gençlik Derneği Genel Başkanı
Winston Churchill; ‘’Siyaset bir uğraş değil, ciddiyet gerektiren bir meslektir.’’ der. Dünyamız Küresel bir krizle boğuşuyor. Çin’in Wuhan bölgesinden Dünya’ya yayılan bu virüsle mücadelede devletimizin ilgili kurumlarının uyarı ve telkinlerine harfi harfine uymaktan başka yol yok. Panik yapmadan Bakanımız Fahrettin Koca’nın da işaret ettiği gibi ‘’Kriz Küresel, Mücadele Ulusal’’ desturuyla mücadele devam. Öte yandan; Corona sonrası Dünya’nın alabileceği şekiller hakkında fikir yürütmek de siyasetin ciddiyet gerektiren bir meslek olmasının doğasında var.
Geleceği anlamanın anahtarını geçmişte bulmak mümkün. Corona insanlar kadar ekonomi ve siyaseti de etkiledi. 1 Milyara yakın insan sokağa çıkma yasağı altında yaşıyor. Biz de dahil bir çok ülkede halkın evde kalması isteniyor. Bunun ekonomik maliyeti elbette çok fazla olacak. ABD Borsası sıkıntıda, turizm yok, küresel ihracat ve ithalat durma noktasında. Kısacası küresel bir ekonomik buhran yaşanması ihtimali güçlü. Dünya en son küresel buhranı 2008 yılında ABD’de yaşanan Mortgage Kriziyle tattı. Karşılığı olmayan paralarla sunulan kredilerin geri dönmemesi sonucu ABD’de yatırım bankaları tek tek iflas etti. Liberalizmin kalesi olan ABD’de bu iflasların yarattığı işsizlik ve yeni iflaslar dalgasını önlemek için devlet 100’lerce milyar dolarlık kurtarma paketleri devreye soktu. Bu büyük maliyetleri anlarsak; Suriye’den Libya’ya aktif bir çatışma kuşağında vesayet savaşlarının sebebini de görmek mümkün. Dünya’nın büyük güçleri terör örgütleri ve kukla rejimler aracılığıyla kanlı bir pasta savaşına girdi. Bu noktada bir döngü söz konusu; zira Mortgage Krizinin temelinde de yine güçler arası bir pasta çatışması olan Irak ve Afganistan savaşları söz konusu. Bahsettiğimiz döngü aslında çok da yeni değil. Tarih kitaplarında hep ‘’İngiltere’den daha geç sanayileşen Almanya’nın sömürge istemesiyle çıktı’’ diye okduğumuz I. Dünya Savaşının daha doğru ifadeyle sebebi; Almanya ve İngiltere’nin en büyük gerilim sebebi sömürgelerden gelecek pasta olmaksızın ekonomilerini ayakta tutamayacak durumda olmalarıydı. Yani ekonominin çalkantıya girdiği her sürecin sonunda Dünya’da kan akıyor ve Covid-19 sonrasında da benzer bir tablo bizi bekliyor. Zaten ABD Başkanı Donald Trump; daha ortada virüs yokken soğuk bir ekonomi savaşına girişmişti. Trump’ın şu anda Covid-19, korona ya da Wuhan Virüsü demek yerine ‘’Çin Virüsü’’ ifadesini kullanarak Çin’le ağız dalaşına girmesi de gelecek adına bir şeyler anlatıyor. Kanaatim o yönde ki; bu sefer olası vesayet savaşları İran’a sürpriz bir müdahale planlanmazsa Orta Doğu’dan ziyade Uzak Asya’da yaşanacak. Süleymani olayının da İran’ı sindirmek ve etkisiz göstererek başka alanlara yoğunlaşmak adına yapılma olasılığı da bunu güçlendiriyor. ABD uzun zamandır o bölgeye yoğunlaşmak istiyor buna ek olarak Çin de İpek Yolu projesini hayata geçirme telaşında. Elbette ki bu tahminler Kasım’da Donald Trump’ın devam etmesi senaryosu üstüne inşa edildi.
Ek olarak; ekonomideki makineleşmenin de artacağı kesin gibi. İnsanların hastalık sebebiyle iş bırakmak zorunda kalması bir çok iş kolunda ‘’hastalık tehlikesi olmayan’’ makinelerin yoğunlaşmasına sebep olabilir. I. Dünya Savaşı öncesi bonoların yarattığı kolay para ve sömürü sahası ihtiyacını makineleşmenin yaratacağı işsizlik dalgası oluşturabilir.
Bunlar elbette ki beyin jimnastiği sonucu oluşan bazı tahminler. Türkiye’nin özellikle ilk başlıkta bahsettiğimiz somut risklere karşı dikkat etmesinde fayda var. Yine de temel öncelik ulusal ve küresel dayanışmayla bu illeti atlatmak. Tüm eforumuzu hastalığı atlatmaya vermeliyiz. Devletin kurumlarının telkinlerine sıkı sıkıya uymalı, panik yapmadan tedbirli olmalı ve hijyenimize dikkat etmeliyiz. Hayat ve sağlık her şeyden önemlidir.
Ercan AKPINAR
Dünya Çocuk ve Gençlik Derneği Genel Başkanı
Uzun zaman önce çocuklarımız için büyük tehlike olan Mavi Balina’ya değinmiştik. Ne yazık ki; sanal alemden yayılan saldırı ve tehlikelerin sayısı ve niteliği hızla artıyor. Şimdi de Momo isimli yeni salgını ele alalım. Momo; Japonya’da yapılan bir heykelcik. Kadın yüzü ve kuş vücudu birleşimi bu heykelcik; çeşitli montaj ve efektlerle sosyal medyada tehlikeli bir oyun olarak yayılır hale geldi. Kuzey İrlanda Polisi; ailelerin Momo başta olmak üzere çeşitli tehlikelere karşı küçük çocukların sosyal medya – Youtube – Whatsapp vs. kullanımında dikkatli olmasını ve kontrolün elde bırakılmamasını istedi.
Peki Momo nasıl işliyor? K. İrlanda Polisini teyakkuza geçiren noktaya değinmek isterim. Momo, tıpkı Mavi Balina gibi mesajlaşmalardan, site adreslerinden, Whatsapp’den vs. yayılıyor; ama esas tehlike farklı. Modern ebeveynler yoğun hayatlarının arasında zamana ayırmakta zorlandıkları çocuklarını sakinleştirmek için ellerine telefon – tablet verip susturma yoluna gidiyor. En çok kullanılan mecra bu aşamada Youtube. Youtube’dan çocuğun sevdiği, zihin açıcı, tavsiye edilen vs. çizgi filmleri açıp işlerine dönüyorlar. 40 dakikalık diyelim çizgi film normal akarken, 35. Dakikasında birden Momo beliriyor ve küçük çocuğa kendine zarar vermesi, kanatmasını, çevresine – kardeşlerine vs zarar vermesini direktif olarak veriyor. 40 dakika içinde 20-30 saniye çıkıyor sadece. Bunun video yüklenme esnasında yüklenen site tarafından tespiti bu yönden çok zor. Yanlış anlamayın öyle izlenmeyen, rastgele çizgi filmler değil, örneklemek gerekirse Pokemon’dan tutun Heidi’ye kadar. Momo ile çocuklara zarar vermek isteyen psikopatlar önce orijinal videoyu Youtube’dan indirip, bu Momo ile montajlıyorlar. Son aşamada; videoyu aynı isimle siteye tekrar yüklüyorlar. Siz ‘’Fred Çakmaktaş 1. Bölüm’’ diye aratıp, orijinal bölümü açtık sanırken aslında montajlı videoyu açmış oluyorsunuz. Ve çocuğunuzu da 2-3 saat çizgi film izlesin diye tabletle baş başa bıraktığınızda belki de her bölümde 8-10 defa Momo gelip çeşitli direktifler veriyor. Bu alçaklar yine yakalanmamak için videoları uzun süre dolaşımda tutmuyorlar. Yani; silip silip tekrar yüklüyorlar, böylece aileler farkına varmadan daha çok çocuğa, saman altından su yürüterek ulaşıyorlar.
Normal ilerleyen bir çizgi film. Youtube’a yüklenmiş. Şüpheli en ufak şey yok. Derken; videonun 56. Saniyesine gelelim. Evet; karşınızda Momo. Çocuğa söylediklerini çevirirsek basitçe; ‘’Benim adım Momo. En berbat kabusun. Seni öldürürüm ve seni öldüreceğim. Gece yatağına geleceğim ve sabaha ölmüş olacaksın. Gözlerime bak, yalan söylemiyorum, öleceksin. Bacağını kes ve beni asla görme. Bileklerini kes ve ailen de beni hiç görmesin.’’ Ve Momo gidiyor, çizgi film devam ediyor. Görüyorsunuz; küçük bir çocuktan anne babasını da tehdit etmeye varacak kadar ileri giderek bacaklarını ve bileklerini kesmesini istiyor. Kuzey İrlanda Polisi’ni harekete geçiren şey de bu. Üstelik; sadece videolar değil, oyunlarda da görüldüğü raporlanıyor. Çocuk oyun oynuyor, bölüm geçiyor arada Momo çıkıp yine bu direktifleri veriyor. Ürkütücü; ama gerçek. Peki ne yapacağız? Çocuğumuzu tamamen modern çağdan koparamayız. Dikkatli olacağız, örneğin Youtube’da çizgi film vs. açarken yapımların resmi kanallarından açmış olmaya özen göstereceğiz. Videoyu yükleyen sayfasına girdiğinizde bunu görmek mümkün. Yine; resmi kanalın isminin yanında bir tik görürsünüz, fareyi üstüne getirdiğinizde de verified / onaylı yazısı otomatik belirir. Bunlar yapım şirketlerine ait olduğunu belli eder ki, güvenlidir. Temel önlem; çocuğu gözetim altında tutmaktır. Yani kendisi de tabletten tutup kurcalarken tehlikeli videolara gidebilir. O sebeple belli aralıklarla (fazla uzun tutmadan) kontrol etmekte fayda var.
Çocuklarımızın canları üstünden eğlence sağlamaya çalışan hasta ruhlu alçaklar uyumuyorlar. Biz onlardan daha dikkatli ve özenli olmalıyız. Çocuklar en değerli varlıklarımız, güzel ve güvenli bir ömür sunmak da görevimizdir Hem devlete hem millete hem de Allah’a borcumuzdur bu emanetlere sahip çıkmak.
Teknoloji çağının aslında böyle doğrudan değil, dolaylı da zararları var. İktisatçı arkadaşlar bilecektir; marjinal fayda teorisi vardır iktisatta. Karmaşık sayılabilecek bir konuyu örneklemek isterim. Sıcak havada gidip bir bardak limonata serinletir iyi gelir. Derin bir oh çekersiniz. 2. Bardakta biraz daha aldığınız zevk azalır. 3 – 4 – 5 derken azala azala belli Bardaktan sonra şekeriniz yüzünden hasta düşersiniz. Marjianl fayda dediğimiz işte her bardakta düşen ve zamanla zarar dönen faydadır. Atalarımızın herşeyin fazlası zarar dediği olayın daha teknik hali. Teknoloji, internet, telefon da böyle çocuklar için. 0’lamayın; ama hangi bardakta dur demek gerektiğinş de siz belirleyin.
Dolaylı zarar dönelim; ABD’li ünlü bir psikolog var Phil Zimbardo. Bu adam; 1971’de yaptığı Standord Hapishane Deneyiyle ünlendi. Deney şu; gönüllü üniversite öğrencileri bir hapishane simülasyonunda mahkum / gardiyan olarak ayrılıyor ve hapis hayatı gibi yaşamaya başlıyorlar. Deneyin amacı; otorite – güç gibi soyut kavramların somut olarak gözlenmesi. Fakat; deney öyle bir noktaya geliyor ki; öğrenci denekler sadece 6 gün içinde mahkum / gardiyan rollerine bürünüp gerçek hapishanelerden sahneler sunmaya başlayınca deney sonlanıyor. Bu derece ünlü bir psikolog olan Zimbardo, çocuklara yoğunlaştı ve ilginç bir teori ortaya attı; modern çağda erkek çocuklar daha büyük risk altında psikoloji ise konu. Zimbardo şöyle açıklıyor; yeni dönemle beraber küresel olarak kızlarımızı hayata katmak için devletler başta olmak üzere büyük çabaya giriştik. İş hayatı, sosyal haklar ve güvenlik vs. Yanlış anlaşılmasın bu doğru bir tavır; kızlarımız elbette ki her alanda olmalı ve olacaktır da. Güzel gelişmeler. Fakat; sıkıntı şu ki erkek çocuklar bu noktada yalnız bırakıldı. Kız çocukları daha rekabetçi yetişirken erkek çocukları tam tersi şekilde eve, odaya, bilgisayar başına hapsedildi. Zimbardo erkek çocuklarının durumunu şöyle özetliyor; rekabetçi yetişme şartlarından ziyade toplum tarfından kendi haline bırakılan ve teknolojiyle daha ilgili olan erkekler büyüdükçe kendi Dünyalarına ve sanal hayata daha çok kapılıyor. Kız çocuklarının aksine gerçek Dünya – sanal Dünya ilişkisinde daha etki altında kalıyorlar ve sistem tarafından teşvik de edilmedikleri için sarmala giriyorlar. Neticede; kavga etmek yerine oyunda kavga ediyor, sokakta top oynamıyor bilgisayarda saatlerce futbol maçı yapıyor, kız arkadaş edinmiyor, pornografik yayınlara bağımlı hale geliyor. Sürecin sonunda; belli bir yaşa geldiği halde ne okuyan, ne çalışan, ne sosyal hayatı olan, aile ya da sosyal yardımlarla hayatını bilgisayar – oyun başında sürdüren, Zimbardo tabiriyle ‘’Bitik Erkekler’’ ortaya çıkıyor. İşte marjinal faydaya dönelim; teknolojinin hayatımızı kolaylaştıran yönlerini çocuğa öğretmek, okulda yardımcı olacak, dil öğretecek vs şeyleri öğretmek ilk limonata bardağı. Bu gerekli ve eğlencelidir. Fakat; şeker komasına girecek kadar limonata içirerek, tüm hayatını sanal ortama bağlamak tehlikeli olandır. Burada rol de aileye düşer. Ağaç; yaşken doğrulur. Çocuğunuzu 10 metre kare odaya hapsetmeyin, hayatın içinde olmasını da sağlayacak yönde aktiviteler yapın. Sohbet etmek bile emin olun bu bahsi geçen ‘’Bitik’’ noktasına gitmede engeldir. Şaka değil bu durum; tarımın icadından bu yana belki de ilk defa bu kadar üretimin dışında toplum mensupları var. Avrupa ve Amerika’da sosyal fonlardan faydalanan ya da ailesinin ihtiyaçlarını karşıladığı 30’lu yaşlarındaki erkek sayısı rekora koşuyor. Dünya bunu tartışmaya başlıyor; biz de incelemeliyiz. Hatta öyle derin tartışmalara girdiler ki; bazı kürsülerde oyun kahramanları – süper kahramanlar vs.’nin çocukların gözünde ana – babadan daha büyük birer idol ve rol modele hatta adeta yarı tanrıya dönüşmesiyle gerçeklikten kopuşun başladığını savunan modeller var.