04 Mart 2018 Pazar
BİR YANI ÇOCUK OLMAK
İnsan hayatı boyunca, hayatın bir parçası olan birçok sıkıntı, hüzün, elem çekebilmektedir. İnsan bu zor günlerinde; sığınacak bir liman, tutunacak bir dal, paylaşacak birini arar. Aslında; kişinin aradığı kendini anlayabilecek olan biridir. Normal hayatta bu tür insanları bulmak bazen çok zor, bazen de imkânsızdır. Bu çıkmaz sokak kişilerde daha derin üzüntü, travma ve ümitsizliğe yol açabilmektedir.
Aslında; bazen unuttuğumuz, çoğu zaman hatırlamadığımız, bazen uyutup bazen de öldürdüğümüz biri var. Kim mi dersiniz. Bu içimizdeki çocuktur. Elinden tutulmasını bekleyen, kimi zaman emekleyen, kimi zaman yaramazlık yapan, tebessümü dünyaya değen biri, haydi dediğimizde hemen bize koşabilecek biri…
Şubat ayında Yıldız Dağı Kayak Merkezine gitmiştim. Yaşlı bir teyze ve amcanın kızakla kaymak için hazırlık yaptıklarını gördüm. Hemencecik bir kenara çekilip onları izlemeye başladım. Amca öne teyze de arkaya oturdu. Amca bir şoför edası ile otururken teyze de ona sımsıkı sarıldı. Kızaktan düşme kaygısı ve kayacak olmanın verdiği mutluluğu yüzünden çok rahat okuyabiliyordum. Derken amca yaklarından da kuvvet alarak kızağı harekete geçirdi. Kızakla kayarken bağırmaları ve kahkaha atmaları görülmeye değerdi. “Çocuklar gibi şen olmak” tabiri tam da bu çiftin üzerine oturuyordu. Esasında bu çiftin içlerindeki çocuğu öldürmediklerini görebiliyor, onları heyecan ve mutlulukla izliyordum. Ne kadar hoştu. İçindeki çocuk ile el ele tutup oynamak, dördü bir arada kayak yapmak.
Bazen de içimizdeki çocuğu öldürmemiz veya kendimize küstürmemiz, ölüm denen gerçeği unutuyor olmamızdan da kaynaklanabiliyor. Hayatın kısa olduğunu hatırlamak gerekir. Mesela; yüz yıl sonra, yaklaşık yüzde yüzümüzün bu dünyada olmayacağını unutmamak gibi. Bu gerçeği görürsek hayatın anlamımı daha iyi anlar, içimizdeki çocuğa kulak verebiliriz.
Başka bir gerçek ise; “başkaları ne der” anlayışıdır. Tabi ki insan üzerine düşen rolü doğru oynamalı, milli ve manevi değerlerimiz, geleneklerimizle ters düşmemeli. Benim burada demek istediğim, başkalarının ne diyeceğinden öte biz ne kadar kendimiziz, sorusunu kendimize sormalı, ona göre davranmalıyız.
Bir yanı çocuk olmanın başka bir boyutu da; o çocuğun saflığını, temizliğini, mutluluğunu anlayabilmek, onun penceresinden bakabilmektir. Bu durum bizleri zinde tutar. Karşılaştığımız birçok duruma saf ve masum bakmamızı sağlar.
İnsan gerçek bir çocuk sahibi olduğunda, onun için bir gelecek hazırlamak, ona kol kanat germek ister. İçten gelen bu hissi bağlılık ve anne baba olmanın verdiği rol ile bütünleşerek davranışa dönüşür. İçimizdeki çocuğa da aynı duyguyu beslesek daha iyi olmaz mı? Zira bu çocuk ölene kadar bizimle yaşayacak ya da sayemizde yaşamamış olacak.
Unutmayalım içimizdeki çocuk bizim yaşam sevincimiz, mutluluk iksirimizdir. Bu sayede daha diri olur, daha genç kalabilir, olaylara daha da pozitif bakabiliriz. Onunla bağı koparmadan, bir yanımızı hep çocuk bırakmalıyız. İçimizdeki çocuk bizi oyuna çağırıyor. Evet diyecek misiniz?
İkili ilişkilerimizde; “söylediklerinden bir şey anlamadım, bunu mu demek istedin, aslında senin anlatmak istediğin, hiçbir şey anlamadım, anladım dersem yalan olur…” gibi cümleleri çok duymuşuzdur. Yine konuşanın, bir nevi söylediklerini de tasdik anlamına gelen; “bilmem anlatabildim mi, anladın mı, doğru değil mi, söylemek istediğim, öyle değil mi, beni anladığınıza inanıyorum, ben şunu demek istemiştim…” gibi cümlelere de şahit olmuşsunuzdur. Peki, bu anlama, anlaşılamama nedenlerini düşündünüz mü? Bense birkaç nedeni olduğunu düşünüyorum.
Şey, çok şey anlatır. Sözünden hareketle kullanılan şey kelimesi ve birçok anlamı ihtiva eden kelimelerin kullanımı anlaşılmamızı zorlaştırır. Anlattıklarımızın ardına eklenen; “aslında daha çok şey var da neyse!” sözünün içerisine, karşınızdaki kişi kendi dünyasından bakarak birçok şeyi yerleştirebilir. “O şey bunları da kapsıyor mu ya da böyle mi demek istedi” gibi anlamlandırma adına yapılan sorgulamalar, dinleyicinin dünyasında acabaların uçuşmasını sağlayabilir. Bu durum da doğrudan uzak anlaşılmaya neden olabilir. Bundan ötürü ilişkilerimizde açık uçlu cümleler ve kelimeler kullanmaktan kaçınmak gerekir.
Anlatılmak istenen bir olayı dallandıra dallandıra hatta ballandıra ballandıra anlattığınızda, olayı cümlelere boğduğunuzda, karşınızdakinin o bütünlüğü sağlaması zor olmaktadır. Zor sağlanan bu bütünlük, kişinin sadece aklında kalan, odaklandığı kısmıyla olaya bakmasını sağlar ki bu da anlaşır olmanın önündeki engellerden biridir.
Anlattıklarınızın karşınızdaki kişi için olan gerekliliği, oldukça büyük önem arz etmektedir. İnsan ihtiyaç duyarsa sahiplenir. Dolayısıyla insanların bir konuya odaklanma derecesi onun ilgi ve ihtiyacına göre artmakta veya azalmaktadır. Gerekli olanlar gerektiği oranda anlatıldığında daha anlaşılır olacağınızdan şüphe yoktur.
Karşınızdaki insanın; yorgunluğu, duygusallığı, stresi, mutluluğu, acı çekmesi gibi içinde yaşadığı atmosferi görmek, havayı koklamak gerekir. İletişim kurulacaksa da, bu onunun durumunu daha aşağıya çekecek bir anlatım içermemelidir. Bu vesileyle anlaşılır olmanın altın kurallarından biri de iletişim için uygun zaman, uygun mekân ve uygun ortam çok önemlidir.
İletişim halinde olduğunuz kişi, sizin anlattıklarınızla, sizin davranışlarınız arasında mutlaka bağ kuracaktır. Eylem söylem tutarlılığı, anlaşılırlığınızı kolaylaştırırken; tutarsızlık durumunda anlattıklarınıza farklı anlam yüklemesi veya anlaşılmış söyleminiz olsa da önemsenmemeniz, sizin anlaşılmadığınız anlamına gelecektir. İletişimin sağlıklı ve doğru olabilmesi için, eylem söylem tutarlılığının olması, olmazsa olmaz bir zaruriyettir.
İnsanların bir konuya odaklanma süresi, sınırlı bir zaman dilimine sahipken, anlatımınızın monoton yürümesi, heyecan vermemesi de engelleyici bir durumdur. Anlatımlarınızı akıcı, beden dili ile destekleyerek yaptığınızda, bu durum sizin anlaşılır olmanızı sağlayacaktır. Bu arada beden dilinde de aşırılığa kaçarsanız, söylemlerinizi de gölgeleyeceğini de unutmamanız gerekir.
Anlaşılır bir söylem için kullandığımız kelimeler; suçlayıcı olma yerine önleyici, aşağılama yerine değer verme, eleştirme yerine takdir içeren bir içeriğe sahip olursa anlaşılır iletişim daha kolay sağlanmış olur. Zira hiç kimse olumsuz kelime ve cümle duymak istemez.
Bazen de konuştuğunuz kişinin penceresinden, kendimize bakmamız gerekir. Zira baktığınız yere ve açıya göre göreceğiniz manzara da değişiklik gösterir. Empatik yaklaşım, anlaşılır olmanın vazgeçilmezidir.
Konuştuğunuz kişinin, yetiştiği aile ortamı, deneyimleri, kendini gerçekleştirme düzeyinin bilinmesi çok büyük önem arz eder. Onun anlayabileceği iletişim yöntemini, onun anlayabileceği bir dille anlatmak gerekir. Örneğin tıbbi bir eğitim almamış veya o alanda çalışmamış bireye tıbbi terimlerin yoğun olarak kullanıldığı cümleler kurmanız, o insanın alıcılarını size karşı kapanmasını sağlayacaktır.
Karşımızdaki kişinin hazırbulunuşluk düzeyine uygun olarak; açık, anlaşılır, sade, anlamlı cümleler eşliğinde kuracağımız bir iletişimde anlaşılamama gibi bir durumun olmayacağı kanaatindeyim. “Beni anladın mı?” sorusu mu; artık sormanıza gerek yoktur.