Toplumun refahı ve sürekliliği için evliliklerin niteliği son derece önemlidir. Yapılan evlilikler ömür boyu temennileri ile başlasa da kimi zaman çok kısa sürmekte, kimi zaman ise uzun yıllardan sonra dahi sonlandırılmaktadır. Evliliklerin ömür boyu sürmediği gerçeği göz önüne alındığında, Yargıtay’ın “ömür boyu nafaka ödeme yükümlülüğünün” kısa süren ve çocuksuz evliliklerde, nafaka yükümlüsü aleyhine hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurduğu çok kereler görülmektedir. Bu nedenle geçmişe yönelik olarak mağduriyetlerin giderilmesi ve yeni mağduriyetlere zemin hazırlamamak adına, yoksulluk nafakasının hakkaniyete uygun bir süre ile sınırlandırılmasını içeren olası bir kanun değişikliği önem arz etmektedir. Türk toplum yapısı dikkate alındığında şu şekilde bir öneride bulunabiliriz;
Peki, nafaka nedir? Kimlere bağlanır? Neden gerekli görülür ilk önce bu sorulara cevap vermeye çalışalım.
Nafaka; aile birliğinin zarar görmesi neticesinde eşlerin ve çocukların bakım ve geçimine ilişkin olarak maddi zorluğa düşen tarafa ödenmesine karar verilen ödeneğe denmektedir. Dolayısıyla nafaka talep eden eşin boşanma ile yoksulluğa düşecek olması nafaka bağlanmasını gerekli kılmaktadır.
Nafakanın tanımından da anlaşılacağı üzere, gelir durumu iyi olan kadın ya da erkek, gelir durumu kötü olan kadın ya da erkeğe nafaka verme durumu ile karşı karşıya kalmaktadır. Nafakanın bağlanma şartı olarak, nafaka talep edenin boşanmaya neden olan olaylarda nafaka yükümlüsüne nazaran daha ağır kusurlu bulunmaması yeterli bulunmaktadır.
Son zamanlarda çokça tartışılan yoksulluk nafakasının tarihçesine baktığımızda ise; 1988’den önce 1 yıl olarak uygulandığı görülmektedir. 743 sayılı Medeni Kanun’a göre eşin yoksulluk durumu olan eski eşine nafaka ödeme süresi 1 yıl ile sınırlandırılıyordu. Ancak Türk Medeni Kanununda yapılan değişiklikle 04 Mayıs 1988 tarihinden bu yana eski eşe ödenen nafaka süresi, ömür boyu olarak düzenlenmiştir. Nihayetinde bir yıllık yoksulluk nafakasının adalete uygun düşmediği düşünülerek İsviçre Medeni Kanununun 152. maddesine uygun olarak süresiz nafaka mecburiyeti esası kabul edilmiştir.
Nafaka için verilen tanımlardan da anlaşılacağı üzere kadında, erkekte nafaka ödeyebilmektedir.
O halde kanunda açıkça cinsiyet belirtilmemişken nafaka denilince neden ilk olarak akla kadın gelmektedir?
Kadın neden boşandığında yoksul kalmaktadır?
Böyle bir ayrımın yapılması olağan kabul edilmeli midir?
Yoksulluk nafakası ile ilgili yapmış olduğum küçük bir çalışmada dikkat çeken birkaç cevabı paylaşmak durumu daha da anlaşılır kılacaktır.
Katılımcı 1, “nafaka almak adil bir yaklaşım değildir…”
Katılımcı 2, “nafaka kadın çalışmıyorsa erkeğin gelir düzeyine göre alınan en az miktardır. Erkeğin işi yoksa ödeme yapmıyor ki…”
Katılımcı 3, “dünyada birçok kazanım ve kazanç erkeklerin elindedir…”
Katılımcı 4, “kadının iş bulmama sorununu evlilik ile mi çözüyoruz…”
Katılımcı 5, “kadın eşitim diyorsa nafaka almamalı”
Katılımcı 6, “nafaka iki taraflı değerlendirmeye alınmalıdır”
Katılımcı 7, “nafaka ödemesi mağduriyet doğurmamalıdır”
Kadın ve erkek katılımcıların nafaka için kullandıkları dil sosyolojik olarak incelendiğinde toplumsal rollerin mercek altına alınmasını gerekli kılmaktadır.
Önce kadınlar için biçilen rollere bakalım:
“Kadının yeri evidir” söylemi hâkimdir ve kadınlar evlendikleri için işlerinden ayrılmakta veya çocuk sahibi olduktan sonra çalışmamaktadırlar, beklenti bu yöndedir. Bu durum toplumun her kesiminde görülebilmektedir. Hatta bazı bölgelerde kadınlar tahsilini yarım bırakmaktadırlar. Hal böyle olunca kısa süreli evlilikleri ayrı tutarak kadının istihdam durumu ve eğitim sorunu göz önüne alındığında “süresiz nafaka” için haksız bir uygulama demek ne kadar uygun olur.
Üstelik toplum tarafından boşanan kadın, dul kadın yaptırımına maruz kalmakta, toplumsal olarak hoşnutsuzlukla karşılanmakta ve çoğunlukla kadın suçlanmaktadır.
Nitekim toplum, aile kurumunda kadın ve erkeğe farklı görev ve sorumluluk yüklemektedir. Ancak bu görev ve sorumluluklardan kadının payına düşen onu sadece evlilik birliği içerisindeyken ayakta tutacak niteliktedir. Evlilik birliği sonlandığında ise yıllarca yerine getirmiş olduğu görev ve sorumlulukları (yemek yapmak, temizlik yapmak, çocuk bakmak, eşin yaşlanan aile bireylerine bakmak, çocuk doğurmak ve büyütmek vs.) evlilik birliği sonlandığında kadını sosyo-ekonomik hayatta ayakta tutmaya yetecek yetenek ve beceri kazandırmamaktadır. Bilim ve teknoloji çağında artık üniversite bitirmiş olmanın bile iş kapısı aralamadığı düşünüldüğünde bu şartlar altında boşanan bir kadın, ya aç kalmak zorundadır ya da temizlik yapmak veya kurumsallaşmamış firmalarda çaycılık yapmak zorundadır (şanslı ise). Bu bağlamda süresiz nafaka veren erkeğin mağduriyeti ile hayatta kalma mücadelesi verecek kadının mağduriyetini terazinin kollarına koyup vicdan ile tartalım.
Kadın evlenir… Gelinliğinle çıktın kefeninle dönersin gibi sözde iyi niyetli bir uğurlama ile “koca evine! (çünkü kadının evi değildir orası) uğurlanır.”
İnsani hiçbir hakkı önemsenmeyen kadın, bekârken de ev sahibi olamaz evliyken de. Zira çıktığı yer baba evi, vardığı yer koca evidir. Birey olması kadın olarak dünyaya geldiği gün ikinci plana atılan kadınlar öyle ya da böyle tahsillerini tamamlasalar bile koca isterse çalışmazlar. Çalışıyor ise işten ayrılır. Eşinin kazancı ile yaşamlarını sürdürürler. Fakat her şeye rağmen kadın çalışıyor diyelim yine de koşullar değişmez.
Erkeğin kazancı kısmı işte burası kilit noktadır.
Nafaka tartışmasında aksi iddia edilse de kadının, erkeğin kazancı üzerinde bir hakkının olmadığı düşüncesi yatmaktadır.
Bugün günümüz şartları ile kaba bir hesap yapsak kadın ev işlerini yapmaz ve çocuk bakımını üstlenmezse en az aylık gider 3.000 TL ‘yi bulmaktadır. Bu en iyi rakam çünkü erkek bu işleri yapmak isterse bakıma muhtaç duruma düşecektir.
Şimdi tekrar gözden geçirelim. Kadın maaşlı bir işte çalışmadığı ve tüm bu işleri üstlendiği için erkek rahat rahat çalışabilmekte ve geçimini sağlayabilmektedir.
Üstelik kadın evlilik süresi boyunca bir işte çalışmadığı için teknolojik ilerlemenin gerisinde kalmış, yenilikleri takip edememiştir. Memur olma yaşını kaçırmış, özel sektörde kalifiye eleman olma niteliğini kaybetmiştir.
Tüm bu saydıklarım evlilik sürdüğü müddetçe sorun teşkil etmemektedir.
Asıl sorun kadın boşandığı anda yaşanmaktadır…
Boşanma sürecine kısaca bakalım:
İlk olarak kadın ayrılmak istediğinde, özellikle çalışmıyor ve bir mesleği yoksa bu isteği hemen çevresince yatıştırılır. Boşanıp ne yapacaktır. Baba evine dönse olmaz, işe girse çocuklara kim bakacak, hadi onu ayarladı ne iş yapacak? En iyisi çeksin… İdareci bir bakış açısıyla kadın tüm bunlara razı olur, ya da olamaz…
K.4, “kadının iş bulmama sorununu evlilik ile mi çözüyoruz”
Çözemeyiz ancak evlilik yapılırken kadın işsiz bırakılıyorsa ve toplum olarak bu kabul görüyorsa bunun bir sonucu olmalıdır.
Aksini düşünüyorsak toplumsal rolleri kendi çıkarlarımıza göre kullanıyoruz demektir ki bu önemli bir yaklaşımdır.
Yoksulluk nafakası zulümdür diyorsak, kadına biçilen roller sil baştan yapılmalıdır. Her hak arayışı haklı olduğumuz anlamına gelmez. Özellikle kadın erkek tanımları ve toplumsal kabuller ortadayken… Yani diyorum ki ataerkil sistemi sarsıyorsunuz.
Söz konusu nafaka meselesine gelince, şayet Türkiye toplumu kendi yapı ve kültürünü dikkate almaz ve zeminini beslemez ise farklı problemlerle yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Bazı ülkelerin yoksulluk nafakası şartlarını incelediğimizde dikkat çeken en önemli kriter; evlilik içi görev dağılımı ve eşlerden birinin çalışmaması veya çalışmasının engellenmesi ibaresidir. Bu kriterde ki keramet, kişi evlilik süresi boyunca bir işte çalışmadığı için teknolojik ilerlemenin gerisinde kalmış, yenilikleri takip edememiş ve kalifiye eleman olma niteliğini kaybetmiş olma ihtimallerinin göz önünde bulundurulmasıdır. Boşanma sonrası kaliteli yaşam deformasyonunu engellemeye yönelik yapılan bu detaylar ihmal edilemeyecek kadar önemlidir.
Şimdi süresiz nafakanın haksızlık olduğunu tartışıyoruz. Aslında toplum bu haksızlığı kadını erkeğin eline bakan biri olarak yetiştirdiği için görünürde kadına, görünmeyen kısmında ise erkeğe yapmaktadır. Hayatını idame ettirebilecek yetenekte insan yetiştirmek evlilik kurumuna yapılacak en büyük katkı olacaktır. Kadın evlendiğinde çalışsın ya da çalışmasın gerekli eğitimi alması için desteklenmelidir. Eğer kadın çalışıyorsa erkek evinde aktif görevler almalıdır. Çalışmıyorsa da neden çalışmadığını bilmesi gerekmektedir. Fakat görülen o ki toplum bu işi hasır altı etmekte, mağduriyetlere göz yummaktadır.
Örneğin İsviçre, ilk kanun çalışmasından sonra revizyona gitmiş, hatta uygulamada “süresiz nafaka mecburiyeti” gibi bir zorunluluk yer bulmamıştır. İsviçre, yoksulluk nafakasının her durumda süresiz olması yönünde bir eğilim içerisinde olmamış, belli düzenlemeler getirmiştir.
Yapılan düzenlemelere göre;
5 yıldan kısa süren evlilikler, “kısa süreli”;
5-10 yıl arasında süren evlilikler, “orta süreli” ve 10 yıldan fazla süren evlilikler ise “uzun süreli” olarak sınıflandırılmıştır. Böylece evliliğin süresi, yoksulluk nafakasının süresinin belirlenmesinde ciddi bir rol oynamıştır. Aynı yargı uygulaması prensip olarak bugün için de devam etmektedir. Detaylandıracak olursak;
İsviçre revizyon ile birlikte yoksulluk nafakası şartları yeniden düzenlenmiştir. Buna göre hâkim, yoksulluk nafakasının ödenmesinin gerekli olup olmadığı ve eğer gerekli ise ne miktarda ve hangi süre dâhilinde ödeneceği ile ilgili olarak özellikle şu kriterleri dikkate alacaktır:
GÜNDEM
24 Nisan 2025GÜNDEM
24 Nisan 2025GENEL
24 Nisan 2025GÜNDEM
24 Nisan 2025GENEL
24 Nisan 2025GENEL
24 Nisan 2025GÜNDEM
24 Nisan 2025